I miss your laugh, I miss your smile
I miss everything about you
Every second's like a minute
Every minute's like a day
When you're far away
:'(
Perşembe, Mart 23, 2006
Perşembe, Mart 16, 2006
Hayat & İlkler & Kalbim...
Hatırlıyor musun?
Hatırlıyor musun o tren istasyonunu? Nasıl da kalabalıktı. 14 yaşında bir çocuğu uğurlamaya gelmişti herkes.
Nasıl da kalabalıktı... Uzakyakın akrabalar, okul ve mahalle arkadaşları, öğretmenler, komşular...
Henüz o kadar çocuktu ki, yanında onunla birlikte istasyona girecek treni bekleyen koca valiz, boyunun yarısına geliyordu neredeyse.
Çocuk şaşkındı biraz; sevinsin mi, üzülsün mü bilemiyordu.
Yazın son günleriydi. Onu; doğup büyüdüğü kasabanın sokaklarından, büyük şehrin hiç bilmediği caddelerine alıp götürecek
"İstanbul Motorlusu" nun istasyona girmesine beşon dakika kalmıştı.
Son veda dakikaları. Tren fazla beklemezdi çünkü. Alır yolcularını giderdi. Alıp "çocuk yolcusu"nu gidecekti.
"Leyli" sınavını kazanmıştı.
O zaman öyle denirdi yatılı okullara... Çok daha eskiden de "askeri idadi" diye anılırdı gideceği İstanbul mektebi.
Leyli ve askeri sözcüklerinin anlamı aynı zamanda "parasız yatılı" okumak demekti.
Yani... Yolculuğun sebebi "mecburiyet" tendi biraz da...
Birazdan da değil, hepten öyleydi işte. Çocuk da azçok biliyordu bunu.
Lakin, istasyonda toplanan kalabalık, bu zorunlu gidişi "şenlikli bir veda" ya çevirmekteydi.
O istasyon... O istasyon, her şeyden önce siyahbeyaz bir fotoğraftı hepimiz için.
"Büyük Taarruz" kararının verildiği "Garp Cephesi Kumandanlığı" bizim şehrimizdeydi.
Büyük zaferin birkaç gün öncesinde açılmıştı körüklü fotoğraf makinesinin siyah perdesi ve... Ve; Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve Sovyet Büyükelçisi birlikte resmedilmişti. Arkadaki tabelada istasyonun adı yazılıydı Frenkçe ve Arapça: Akchehir frenkçesiydi, hatırlıyor musun? Hatırlıyor musun o resmi? İşte o istasyondaydın "o" veda gününde. Cumhuriyetin ilan edildiği yıl doğmuştun. Adını, o "şerefli" yıldan esinlenerek koymuştu İstiklal Savaşı gazisi baban. Toz kondurmadın bir gün bile
"cumhuriyetin kurucusu" na; bir gün bile çıkarmamışken başından beyaz tülbendini... Çocuğun mavi gözlerine bakıp derdin ki hep; "Büyüyünce onun gibi ol!"
Öyle derdin, hatırlıyor musun? Çocuk da sanmıştı ki, kaderin gün gelip "onun gibi" askeri "idadi" ye doğru başlayan yolculuğuna pek sevinecektin.
İstasyondaki öteki şenlik kalabalığı gibi...
Ama... Öyle olmadı işte... Tren geldi... Çocuk koca valizini zorlukla taşıyarak alelacele bindi vagona.
Alkışlar, sevinç çığlıkları kalabalıkta. Derken...
Çocuk yapayalnız kaldığını hissetti birden... Kalabalığın şenlik gürültülerini duyuyor, ama seslerini duymuyordu tren penceresinden bakarken. Issızlık sardı her yanı aniden... İçi üşüyordu.
Her şey geride kalıyordu işte. Dizini kanattığı sokaklar, arkadaşlar, ilk çocukluk aşkı, kiraz bahçeleri...
Ve 14 yaşında bilmediği bir gurbetin dehlizlerine yapayalnız sürükleniyordu.
Elini tren penceresinden uzatıp sallarken gülümsüyordu güya.
İçine doğru ağladığını kim bilebilirdi? Ve sen yanaştın pencereye, tam da tren hareket ederken hatırlıyor musun?
"İstemiyorsan hemen in!" dedin bağırarak. Ötekiler farkında değildi, ama çocuk duydu.
Çok geçti lakin... Tren gidiyordu. Bir kez daha haykırdın sonra... Çocuk duydu.
"Mektup yaz bana gidince... İstemiyorsan hemen dön, hemen... Aldırırım seni! Bırakmam gurbetlerde!.."
Yarın sana geleceğim. Beyaz tülbendini indirip pamuk saçlarını okşarken soracağım:
"Hatırlıyor musun?" "Hatırla ne olur... Biliyorum bütün görüntüler silinip gitti ama o günü hatırla... Bir tek sen söyleyebilirdin, bir tek sen... Kalabalıkları kaale almadan, kendi yüreğimin sesini dinlememi bir tek sen söyleyebilirdin bana. Bir tek sen.. Gözlerim gülerken içimin ağladığını bir tek sen görebilirdin. Gördün de... Bir tek sen... Sen benim annemsin, hatırlıyor musun?"
------------------------------------------------------------------------------------------------
Ali Kirca'nin yazisi bu...Bugun okulda 2 dersim arasinda 1 saat bosluk olunca ben de dinlemeye gittim simdinin deyimiyle "anchorman"imizi...5.kere odul aliyormus bizden,gururla bahsetti yildizlarin altinda olmaktan...Anilarini anlatirken ara ara da bazi goruntuler izletti onu izlemeye gelenlere...Butun salonu doldurmustu her zamanki gibi,temel borclar hukuku dersini kirarak gelmis hatta aklimda kaldigi kadariyla...
Ben oteki dersim icin gitmeye hazirlanirken boyle bir yazi cikartti ekrana...Sbah gazetesinde yazmis oldugu bir yaziymis bu da,internetten arastirinca gordum ki 07/05/2005 yazisi bu...Hani insan bahar gelince cok sevinir ama icindeki huzunler yine de kalir ya oyle bir gunmus herhalde bu yaziyi yazdigi gun de...
Kendi gittigim gun aklima geldi,hic gidecegimi dusunmemistim aslinda,hic ayrilmamistim ki daha once onlardan,bir gun bile...Hic yalniz birakmamislardi beni,hic eve arkadaslarimi getirmedim onlar yokken,ya da lisedeyken hic kiz atmadim gunumuz deyimiyle...Cunku hep birlikteydik,beni hic yalniz birakmadilar ki...Cok gucsuz oldugumu hissediyorum onlara karsi,cok savunmasiz,savunulacak ne varsa...Bir gun gidecegimi hep biliyordum,ama buna hic hazir hissetmiyordum o zaman,o kadar cok kalmak istiyordum ki...Biri sanki gitme dese,kosa kosa eve gidecektim tekrar,etrafimdaki herkes de bunun farkindaydi aslinda,ama hayatta hep boyle olmaz mi zaten.Ne zaman hazir hissederiz kendimizi okula baslamaya,ya da ne zaman sevmeye,aska,ne zaman hazir hissederiz opusmeye,ilklere...Gitmeye...Hayat hep hazir olmadigimizda onumuze engeller koyar ve hep o engelleri asmak zorundayizdir...ve o gun gelmisti...Oss'yi hafif hasarli atlattiktan sonra hemen hemen istedigim yere gidiyordum,mutluydum bir bakima,ama gidiyordum iste,o gun zorunlu olmadikca hic konusmadim.Bunun herkesi uzdugunun farkindaydim ama yapacak biseyim yoktu,genel olarak ici disinda bir insanim cunku...Apartmandakiler-hic konusmadiklarim bile-,dayimlar ve ailem benimle garaja geldi,belki 20 kisiydik belki de 30..500 kimin umrunda?Ben gidiyordum ve orada beni anlayan,beni hisseden bir tek kisi vardi biliyorum,her zaman bir tek kisi oldu,hep de oyle olacak...O gun yalnizligi ilk defa hissettim ben...Otobusun hareketiyle gozyaslarinin akmasi bir oldu,bilmiyorum ne kadar surdugunu ama 5 saatten asagi aglamadim sanirim...İstanbula ilk geldigim gunu anlatmiyorum bile...Baslangicim boyleydi iste benim de,bitisimi bilemem ama icimde,kalbimde gomulu olanlari yazmak istedim...
Ali Kirca'dan cikinca annemi aradim derse giderken,agladi,agladim...
Hatırlıyor musun o tren istasyonunu? Nasıl da kalabalıktı. 14 yaşında bir çocuğu uğurlamaya gelmişti herkes.
Nasıl da kalabalıktı... Uzakyakın akrabalar, okul ve mahalle arkadaşları, öğretmenler, komşular...
Henüz o kadar çocuktu ki, yanında onunla birlikte istasyona girecek treni bekleyen koca valiz, boyunun yarısına geliyordu neredeyse.
Çocuk şaşkındı biraz; sevinsin mi, üzülsün mü bilemiyordu.
Yazın son günleriydi. Onu; doğup büyüdüğü kasabanın sokaklarından, büyük şehrin hiç bilmediği caddelerine alıp götürecek
"İstanbul Motorlusu" nun istasyona girmesine beşon dakika kalmıştı.
Son veda dakikaları. Tren fazla beklemezdi çünkü. Alır yolcularını giderdi. Alıp "çocuk yolcusu"nu gidecekti.
"Leyli" sınavını kazanmıştı.
O zaman öyle denirdi yatılı okullara... Çok daha eskiden de "askeri idadi" diye anılırdı gideceği İstanbul mektebi.
Leyli ve askeri sözcüklerinin anlamı aynı zamanda "parasız yatılı" okumak demekti.
Yani... Yolculuğun sebebi "mecburiyet" tendi biraz da...
Birazdan da değil, hepten öyleydi işte. Çocuk da azçok biliyordu bunu.
Lakin, istasyonda toplanan kalabalık, bu zorunlu gidişi "şenlikli bir veda" ya çevirmekteydi.
O istasyon... O istasyon, her şeyden önce siyahbeyaz bir fotoğraftı hepimiz için.
"Büyük Taarruz" kararının verildiği "Garp Cephesi Kumandanlığı" bizim şehrimizdeydi.
Büyük zaferin birkaç gün öncesinde açılmıştı körüklü fotoğraf makinesinin siyah perdesi ve... Ve; Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve Sovyet Büyükelçisi birlikte resmedilmişti. Arkadaki tabelada istasyonun adı yazılıydı Frenkçe ve Arapça: Akchehir frenkçesiydi, hatırlıyor musun? Hatırlıyor musun o resmi? İşte o istasyondaydın "o" veda gününde. Cumhuriyetin ilan edildiği yıl doğmuştun. Adını, o "şerefli" yıldan esinlenerek koymuştu İstiklal Savaşı gazisi baban. Toz kondurmadın bir gün bile
"cumhuriyetin kurucusu" na; bir gün bile çıkarmamışken başından beyaz tülbendini... Çocuğun mavi gözlerine bakıp derdin ki hep; "Büyüyünce onun gibi ol!"
Öyle derdin, hatırlıyor musun? Çocuk da sanmıştı ki, kaderin gün gelip "onun gibi" askeri "idadi" ye doğru başlayan yolculuğuna pek sevinecektin.
İstasyondaki öteki şenlik kalabalığı gibi...
Ama... Öyle olmadı işte... Tren geldi... Çocuk koca valizini zorlukla taşıyarak alelacele bindi vagona.
Alkışlar, sevinç çığlıkları kalabalıkta. Derken...
Çocuk yapayalnız kaldığını hissetti birden... Kalabalığın şenlik gürültülerini duyuyor, ama seslerini duymuyordu tren penceresinden bakarken. Issızlık sardı her yanı aniden... İçi üşüyordu.
Her şey geride kalıyordu işte. Dizini kanattığı sokaklar, arkadaşlar, ilk çocukluk aşkı, kiraz bahçeleri...
Ve 14 yaşında bilmediği bir gurbetin dehlizlerine yapayalnız sürükleniyordu.
Elini tren penceresinden uzatıp sallarken gülümsüyordu güya.
İçine doğru ağladığını kim bilebilirdi? Ve sen yanaştın pencereye, tam da tren hareket ederken hatırlıyor musun?
"İstemiyorsan hemen in!" dedin bağırarak. Ötekiler farkında değildi, ama çocuk duydu.
Çok geçti lakin... Tren gidiyordu. Bir kez daha haykırdın sonra... Çocuk duydu.
"Mektup yaz bana gidince... İstemiyorsan hemen dön, hemen... Aldırırım seni! Bırakmam gurbetlerde!.."
Yarın sana geleceğim. Beyaz tülbendini indirip pamuk saçlarını okşarken soracağım:
"Hatırlıyor musun?" "Hatırla ne olur... Biliyorum bütün görüntüler silinip gitti ama o günü hatırla... Bir tek sen söyleyebilirdin, bir tek sen... Kalabalıkları kaale almadan, kendi yüreğimin sesini dinlememi bir tek sen söyleyebilirdin bana. Bir tek sen.. Gözlerim gülerken içimin ağladığını bir tek sen görebilirdin. Gördün de... Bir tek sen... Sen benim annemsin, hatırlıyor musun?"
------------------------------------------------------------------------------------------------
Ali Kirca'nin yazisi bu...Bugun okulda 2 dersim arasinda 1 saat bosluk olunca ben de dinlemeye gittim simdinin deyimiyle "anchorman"imizi...5.kere odul aliyormus bizden,gururla bahsetti yildizlarin altinda olmaktan...Anilarini anlatirken ara ara da bazi goruntuler izletti onu izlemeye gelenlere...Butun salonu doldurmustu her zamanki gibi,temel borclar hukuku dersini kirarak gelmis hatta aklimda kaldigi kadariyla...
Ben oteki dersim icin gitmeye hazirlanirken boyle bir yazi cikartti ekrana...Sbah gazetesinde yazmis oldugu bir yaziymis bu da,internetten arastirinca gordum ki 07/05/2005 yazisi bu...Hani insan bahar gelince cok sevinir ama icindeki huzunler yine de kalir ya oyle bir gunmus herhalde bu yaziyi yazdigi gun de...
Kendi gittigim gun aklima geldi,hic gidecegimi dusunmemistim aslinda,hic ayrilmamistim ki daha once onlardan,bir gun bile...Hic yalniz birakmamislardi beni,hic eve arkadaslarimi getirmedim onlar yokken,ya da lisedeyken hic kiz atmadim gunumuz deyimiyle...Cunku hep birlikteydik,beni hic yalniz birakmadilar ki...Cok gucsuz oldugumu hissediyorum onlara karsi,cok savunmasiz,savunulacak ne varsa...Bir gun gidecegimi hep biliyordum,ama buna hic hazir hissetmiyordum o zaman,o kadar cok kalmak istiyordum ki...Biri sanki gitme dese,kosa kosa eve gidecektim tekrar,etrafimdaki herkes de bunun farkindaydi aslinda,ama hayatta hep boyle olmaz mi zaten.Ne zaman hazir hissederiz kendimizi okula baslamaya,ya da ne zaman sevmeye,aska,ne zaman hazir hissederiz opusmeye,ilklere...Gitmeye...Hayat hep hazir olmadigimizda onumuze engeller koyar ve hep o engelleri asmak zorundayizdir...ve o gun gelmisti...Oss'yi hafif hasarli atlattiktan sonra hemen hemen istedigim yere gidiyordum,mutluydum bir bakima,ama gidiyordum iste,o gun zorunlu olmadikca hic konusmadim.Bunun herkesi uzdugunun farkindaydim ama yapacak biseyim yoktu,genel olarak ici disinda bir insanim cunku...Apartmandakiler-hic konusmadiklarim bile-,dayimlar ve ailem benimle garaja geldi,belki 20 kisiydik belki de 30..500 kimin umrunda?Ben gidiyordum ve orada beni anlayan,beni hisseden bir tek kisi vardi biliyorum,her zaman bir tek kisi oldu,hep de oyle olacak...O gun yalnizligi ilk defa hissettim ben...Otobusun hareketiyle gozyaslarinin akmasi bir oldu,bilmiyorum ne kadar surdugunu ama 5 saatten asagi aglamadim sanirim...İstanbula ilk geldigim gunu anlatmiyorum bile...Baslangicim boyleydi iste benim de,bitisimi bilemem ama icimde,kalbimde gomulu olanlari yazmak istedim...
Ali Kirca'dan cikinca annemi aradim derse giderken,agladi,agladim...
Pazar, Mart 12, 2006
Reankarnasyon...
İlginc bisi...Icq'da chat yaparken konustuk da...Bir ruya...Arkadasimin ruyasi.1300-1400lerde gecmis,idama goturuluyormus,adamin sol kolu dirsekten yokmus ve orada kilic varmis,sag bacagi da suruyormus...Neyse bi sekilde kurtulmus ama adami gercek hayatta 6 yil sonra gormus ve adam 600 yildir yasadigini one surmus,ve sag kolu dirsekten yokmus...Adam istediginde ruyalara girebiliyormus vs... Korkunc bi olay tabi...Ama asil merak ettigim bu olaydaki reankarnasyon etkisi...Nedir ne degildir?Kafam karisti gece gece...
Perşembe, Mart 02, 2006
Autumn Harmony
Autumn Harmony
by For My Pain...
The touch of fall has reached us again
Our hearts are covered by the endless rain
Accept our fate, don?t say anything
I?ll hold until we fade away
The whole world turns to grey
We are fading away from this life
You and me, we will be Part of the autumn harmony
Together sleeping the endless dream
Ne kadar guzel bir sarki ve ne kadar guzel bir kafiye...Bayildim...Ne zaman birine boyle bisi soyleyecegim,iste gun o gundur!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)